… VE ŞİMDİ EVİMİZE DÖNME ZAMANI!

    İnsan, eşref-i mahlûkât, yani yaratılmışlar içerisinde maddi-manevi birçok yönü itibariyle en donanımlı ve kabiliyetli olan bir canlıdır. Allah(cc) bu mükerrem ve muhterem canlıyı yeryüzünün inşa, imar ve ihyası için halife sıfatıyla göndermiştir. 

    İnsanın bu halifelik sürecinde çok stratejik iki nokta adeta manevi karargâh/ev olarak belirlenmiştir. Birisi dünyanın merkezi olan ve insanın inşa ettiği Kabe, diğeri ise insanın merkezi olan ve bizzat Allah’ın inşa ettiği kalptir. Dünya ve ahiret saadetimiz ise adına “Beytullah-Allah’ın evi” denilen kâbe/mabed ve kalbin tam anlamıyla imar/ihya edilmesiyle mümkün olacaktır.

    İnsanın diğer varlıklara nazaran özgül ağırlığını artıran ve onu “anlamlı” kılan en önemli unsur, onun maddi kimyası ile beraber, manevi kimyasının da olması ve tüm beden ülkesini yönetecek kudret ve kuvvette bir sultana/kalbe sahip olmasıdır. Bu bağlamda İslam düşüncesi, kalbi bütün vücuda yön veren merkezi bir organ olarak kabul etmiştir. 

    Beden ülkesinin sultanı sayılan kalbimizin aynı zamanda alemlerin sahibinin/sultanının da nazargâhı olduğu ifade edilmiştir. Hadîs-i kudsî olarak nakledilen bir rivâyette, “Ben yere göğe sığmam. Bir mümin kulumun kalbine sığarım.”  buyrulmaktadır. Bu anlamda kalbimiz, Allah (cc)ın bizzat ve özellikle teveccüh ettiği, ve vahyin ilk durağı olan en muhteşem ve en muhkem ev/saraydır.

    Kalbimiz eğer Rahman’ın nazargâhı, beden ülkesinin yönetim merkezi ve bizim de gönül evimiz ise diğer organların selameti için kalp evimizi temiz, diri, düzgün, doğru ve sağlam tutmak zorundayız. Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuşlardır: “…Bilin ki! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o, iyi (doğru ve düzgün) olursa bütün vücut iyi (doğru ve düzgün) olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Bilin ki! O, kalptir.” 

    Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre, Allah resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur. Bundan vazgeçip tevbe istiğfar ettiği zaman kalbi parlatılır. Günaha devam ederse siyah nokta artırılır ve sonunda tüm kalbini kaplar.” Ayrıca insan, kalbine mukayyet olmaz, gerekli manevi güvenlik önlemlerini almaz ve onu savunmasız bir şekilde tehlikeli vadilerde kendi haline bırakırsa; kalbin içsel ve çevresel bazı rüzgâr ve vesveselere maruz kalarak, kalp kayması dediğimiz korkunç bir süreci yaşaması kaçınılmaz olacaktır.

    Bizim en nârin organımız olan kalplerimiz ile onun sahibi Allah arasında, insanın dünya ve ahiret selameti için çok özel bir râbıta vardır ve olmalıdır. “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere, sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer. Bilin ki O’nun huzurunda toplanacaksınız. Ayet-i kerimesinde Allah ve Resulü’nün daveti yani kuran ve sünnet, “hayatın kendisi” olarak ifade edilmiştir. Hayata yapılan bu önemli çağrıda, hayatın merkezi olan kalbe vurgu yapılmış olması dikkat çekicidir. 

    Kalbimiz fıtratı itibariyle değişken bir yapıya sahip olduğundan, Allah’ın yardımı olmaksızın hidayet ve istikamet üzere sabit kalmasının imkansızlığını bilen Allah Resulü’nün;“ey kalpleri çeviren rabbim, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl” diye dua etmesi, kalp evimize göstermemiz gereken ihtimamı ifade etmektedir. Yine Allah Resulü, “kalbe kalp denilmesinin sebebi, onun çok değişken olmasındandır. Kalbin misali çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuş tüyünün misali gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.” buyurmuştur. Bundan dolayıdır ki nasıl oturduğumuz evleri kaygan bir zemine değil de sağlam bir zemine kuruyor ve onu zararlı dış etkenlere karşı koruyorsak, kalp evimizi de aynı şekilde korumak ve manevi/akîdevî anlamda sağlam bir zemine oturtmak durumundayız.

    Yukarıda kalbin beden ülkesinin sultanı olduğunu ifade etmiştik. Bununla ilgili olarak Ebu Hureyre(ra) kalbi, ordusunun başındaki sultana benzeterek; “kalp sultandır ve onun orduları vardır. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur. Sultan kötü olursa askerleri de kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil sultanın tercümanıdır. Eller kanatlarıdır. Ayaklar postacılarıdır. Ciğer şefkat ve merhamet kaynağıdır.” şeklinde tarif ve tasvir etmiştir. Dolayısıyla kalbimizi Kur’an ve sünnet kaynaklı arı-duru tertemiz manevi gıda ve bilgilerle besleyemezsek, kalbimiz zamanla kararır, kirlenir ve işlenen günahlarla birlikte kalp evimiz tüm ışığını, kuvvet, feraset ve bereketini kaybeder.

    Sonuç olarak diyebiliriz ki kalbimiz sadece vücudumuza kan pompalayan bir organ değil aynı zamanda manevi hayatımıza nur ve kuvvet üreten “maneviyat atölyesi”, bizi çağın girdabından koruyan “evimiz”, manevi düşmanlarımıza karşı mücadelede “karargahımız”, Rabbimizle olan özel iletişimde “rabıta merkezimiz” ve hak ile batılı ayırt etmede bize rehberlik eden “rasathânemiz” dir. Dolayısıyla nefislerimiz ve nesillerimizin kurtuluş ve selameti için; uzun zamandır kendisini terk ve ihmal ettiğimizden dolayı manevi çatısında, duvarlarında ve zemininde hasarlar ve kaymalar meydana gelen “kalp evimize geri dönüp”; ciddi bir tâdilât ve tamirâta başlama zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. Ve şimdi tam da; “EVimize dönme zamanıdır inşallah.”  … Haydi Bismillah!

Mehmet Atalay


Yorumlar